KAFKASLARIN VE GÜRCİSTAN’IN BAŞKENTİ

GÜRCİSTAN VE TİFLİS Daha önce gitmediğimiz yer değil değildi fakat gene de Kafkasya’nın ayrılmazı olduğu için gitmek istedik. Biraz daha az bildiğimiz Tiflis gene de çekici geliyordu. Kars şehir içindeki küçük garajdan 08:10 da bilet aldığımız minibüsle Ardahan’a hareket ettik. 1 saat 10 dakika sürdü yolculuğumuz. Şanslıydık herhalde ki iner inmez 2 kişi daha bekleyen taksiye denk geldik. Biz sormadan zaten taksici bizi buldu, anladı hemen Gürcistan’a geçeceğimizi. Buradan yol biraz uzun sürdü. Hanak, Damal, Posof, Emirbey üzerinden Türkgözü Sınır Kapısı’na geldik. Uzun sürmesinin ana nedeni yolların kar ve buz olmasıydı. Posof’tan sonra ulaştığımız Türkgözü Sınır Kapısı (Gürcistan’ın Vale Sınır Kapısı) bomboştu. Bizim tarafta polis pasaport işlemlerini hızlı şekilde yaptı, ardından Gürcü polisi de bizimkilerin hızını aratmayarak işlemlerimizi yaptı. Aynı taksi bizi sınır sonrası en büyük yerleşim olan Akhaltsikhe (Biz Ahıska diyoruz)’ye götürecekti. Sınırdan çıktıktan sonra aynı taksiye bindik ve bizim tarafın aksine yerleşim hiç kesilmedi. Taş evlerle dolu yerleşimler gelmeye başladı. İlk gelen yerleşim Vale idi. Biraz da Gürcüler’in coğrafyadan kaynaklanan şansıydı herhalde. Posof sonrası sınıra kadar çok dağlık ve zor bir coğrafya vardı. Rakım da Gürcistan tarafına göre çok daha yüksekti. Karşı taraf ise vadiydi. Bu doğal vadi çevresinde yerleşim daha kolaydı. Taksi şoförü eskiden dedelerinin sıcak olması nedeniyle kışı Ahıska’da geçirdiklerini söyledi. Sınırın kontrolüyle birlikte bu tamamen bitmiş. Kısa bir süre sonra Ahıska Garajı’na ulaştık ve Tiflis’e hemen kalkacak olan minibüs olduğunu fark ettik. Gene şanslıydık, bekleyerek zaman kaybetmeyecektik. Buradaki kısa zamanda Gürcistan’da her yerde karşınıza çıkabilecek ayaklı bir döviz alım-satımcısından bize 2-3 gün yetecek kadar Lari (Resmi adı GEL) aldık. Gürcistan’a vizesiz geçiş ilk başladığında Türk lirası Lari’den daha yüksekti ama şuan erimiş durumda (10 Lari ortalama 4,20 TL). Minibüse binip Tiflis’e doğru yol yapmaya başladık. 3 saatlik yolculuk süresince nehrin açtığı vadi boyunca gittik. Vadi içinde çok fazla kale gördük ki aslında eskiden beri yolun işlek ve bu nedenle sıkı korunduğununda göstergesiydi. Geçtiğimiz yerlerde, kış olmasına rağmen, doğa olarak çok güzeldi ki zaten 700 kilometre kare olarak Borjomi – Kharagauli adı ile Milli Park olarak korumaya alınmış. 1500 metre derinlikten çıkarılan Gürcistan’ın meşhur sodası Borjomi’den çıkıyor ve kendi adıyla şişelenip satışa sunuluyor. Borjomi’yi biraz geçtikten sonra otoyola girdik ve yolun zahmeti de böylece bitti. Tiflis’e yaklaştığımızda zaten kar tamamen bitti. Minibüs Tiflis’te Didube adlı terminale yanaştı ki burası Tiflis’in terminallerinden bir tanesi. Buradan metroya bindik (1966 Rus yapımı, toplam 26,5 km uzunluğunda, 22 istasyona sahip) ve Rustaveli Caddesi’ne (merkez cadde) gittik. Burada daha önce de gittiğim Prosperos adlı kitapçı kafeye gittik. Ertesi gün Tiflis’i gezeceğimiz için gezi kitapları ve haritalalar bakıp bazılarını satın aldık. Ardından merkezde her yere yakın otele geçip yerleşerek günü bitirdik.

TİFLİS MÜZELERİ VE GEZİLECEK YERLER: Bir gün önce gelip dinlendiğimiz Tiflis’i bugun gezmeye başladık. Aldığımız haritadan ve rehber kitaplardan göreceğimiz yerleri belirlemiştik ve aynı zamanda rotamızıda çıkarmıştık. Sadece metro kullanıp diğer kısımları yürümek mantıklısıydı. Fakat öncelikle ertesi gün Erivan’a geçeceğimiz için tren bileti almak istedik ve metroya binerek Sadguris Moedani (İstasyon Meydanı)’nda indik ve tren için bilet aldık. Buradan tekrar metroya binerek Marjanishvili durağında indik ve yürümeye başladık. Tiflis’in ortasından geçen ve üzerinde olan köprüleri ile şehrin iki tarafını birbirine bağlayan Mtkvari Nehri’ni (Kura Nehri) Galactioni Köprüsü’nden geçerek Radisson Blue Otel’in de bulunduğu Gül Devrimi Meydanı’na ve böylelikle Rustaveli Caddesi’ne ulaşmış olduk. Rustaveli Caddesi’nin sol tarafı bizi daha fazla ilgilendiren taraftı. Çünkü genelde müzeler bu taraftaydı. İlk olarak Opera Binası’nı geçtik. Ardından National Art Gallery’i gördük. Burası aslında müze ile birlikte yanında olan Kvashveti Kilisesi (ilk olarak 6.yy da yapılmış ama şuandaki yapı 1910 yılında yapılmış) ve arkasında çok güzel heykellerin olduğu sakin bir parkında bulunduğu bir alan. Heykellerden bazıları ise müzede eserleri sergilenen sanatçıların heykelleri. Müzeyi yaklaşık bir saatte gezdik. Müze içinde ünlü ve enteresan bir yaşam öyküsüne sahip Niko Pirosmani’nin resimleri, Gürcü Kültürü ile ilgili resimler başta olmak üzere çok fazla eser sergileniyor. Aynı zamanda küçük bir hediyelik eşya satış bölümü (harita ve kitapta var) ve üst katında ise gayet hoş ve yukarıda bahsettiğim parka bakan cafede müzede mevcut. Müze binasının hemen yanında bulunan Kvashveti Kilisesi’ni de gördükten sonra yolumuza devam ettik. 5 dakika süren yürüyüşten sonra gelen mekân ise ünlü Parlamento Binası’nın karşı çaprazında olan Museums of Georgia oldu. Bu müze oldukça büyük. 3 katlı olan müzeyi gezmeye önce zemin kattan aşağı inerek an alt bölümden itibaren gezmeye başladık. Burası Hazine Bölümü olarak düzenlenmiş ve içeride sergilenen (çoğu altın olmak üzere) metal ve değerli taş işli metal eserler muhteşem. Ki sergileme de inanılmaz başarılı. Bizim müzeleri düşününce utanmamak elimizde olmadı. Orta kat ise etnoğrafya müzesi gibi. Silahlar, eski kıyafetler, asker giysileri vb. Burada sergileniyor. Üst kat ise arkeoloji bölümü olarak düzenlenmiş ki burada da muhteşem metal işçiliği örnekleri görülebiliyor. Kronolojik olarak düzenlenmiş olan bu bölümde aynı zamanda terracota figür ve figürinler görülebilmekte. Sergilenen her şey numaralandırılmış. Hem Gürcüce hem İngilizce açıklamalar özenle eserlerin önlerine yerleştirilmiş. En üst katta ise 1921-1991 arasında geçen Sovyet Dönemi’ne ait yakın geçmiş eserlerin ve belgelerin sergilendiği bölüm. Bu bölümün karşısında ise Hindistan, Mısır, İran, Çin gibi ülkelerden getirilip sergilenen eserlerden oluşturulmuş bir bölüm şeklinde düzenlenmiş. Bu müzede 2 saatin üzerinde zaman geçirdik ve buna değdi. Özellikle bugün son gittiğimiz Georgia Museum mutlaka görülmesi gereken bir yer. Tüm bu müzelerde öğrenci kartının geçtiğini de belirtmek gerek.

Ertesi gün Eski Tiflis diye adlandırılan bölgedeki tarihi ve turistik eserleri görmek için erken kalktık. İlk gün aldığımız haritadan görmemiz gereken yerleri güzergâh ile işaretlemiştik ve buna bağlı olarak otelden çıkarak tekrar Rustaveli Caddesi’nden yürümeye başladık. Bir önceki gün gördüğümüz müzelerin yanından geçerek ortasında yüksek bir sütün üzerinde konulmuş altın renkli büyük bir St. George Heykeli olan Tavisupleba Meydanı’na ulaştık. Bu meydan Eski Tiflis’in girişi gibi düşünebilir. Önceden işaretlediğimiz haritamıza bakarak Klasik Gürcü Kiliselerinden bazılarını görmeyi başladık. Bu kiliselerden en dikkat çekici olanı Metekhi Kilisesi. Gecede ışıklandırılan bu kilise her yerden görülebilmekte. Eski Tiflis diye anılan bölge ile arasında ise Kura Nehri var. Bu nedenle biz nehrin diğer yanında olduğumuz için önce eski şehri görmeyi tercih ettik. Eski şehir çok iyi korunmuş. Özellikli ve önemli binalar gayet iyi restore edilmiş. Yollar, sokaklar, dış cepheler iyi korunmuş ve korunamamış olanlar ise eskiye uyumlu halde yeniden oluşturulmuş. Burada 4 tane kilise ziyaret ettik. Hepsi yürüyüş mesafesinde. İkisi yan yana olarak yapılmış Norasheni (1467) ve Jvris Mama Kiliseleri ilk gördüklerimizdi. Ardından ise biraz yukarı doğru yürüyerek Üst Bethlehem ve Alt Bethlehem Kiliseleri’ni gördük. Bu kiliselerden birisi (Norasheni) tam anlamıyla aktifti ve ziyaretçileri vardı. İçeride dua vardı ve bizde biraz izledik. Sonraki durağımız ise Sinangog oldu. Tiflis’te halen musevi yaşamı var ve bu sinagogda aktif. Dış avluda bir resim galerisi yapılıp geçmişteki önde gelenlerin resimleri konulmuş. Güvenliği ve görevlileri var. İç bölümü klasik sinagog olarak düzenlenmiş bu yapıyı da gördükten sonra Camii ve hamamın olduğu Müslüman yerleşimine doğru yürümeye devam ettik. Rampa ama çok güzel olan bir sokaktan yukarıya biraz tırmandıktan sonra Cami’ye ulaştık. Şansımıza düğün töreni vardı. Hristiyanların kilisede yaptıkları evlilik törenleri gibi Müslümanlarında burada törenlerini camide yaptıklarını anladık. Enteresan olanı camide iki tane mihrap vardı. Türkiye içinde bazı yerlerde alışık olduğumuz tek yapı içinde ayrı mezheplere yapılmış çift mihrap sisteminin burada da olması ilginçti. Oradaki görevliye sorduğumuz zaman düşündüğümüz gibi olmadığını, cemaatin hepsinin Hanefi olduğunu ve mihraplardan birinin yıkılan bir camiimden getirilip buraya konulduğu için çift mihraplı olduğunu belirtti. Fakat gene enteresandır ki bu iki mihrapta birbirinin tıpatıp aynı boyutlarında ve aynı bezemelerindeydi.

Eski şehir tam anlamıyla turistlere hitap eden bir yer olarak düzenlenmiş. Çok güzel şarap evleri, kafeler ve restoranlar var. Geleneksel yemeklerin yanısıra çok bilinen uluslararası yemekleri de rahatça bulabilirsiniz. Biz iki gün boyunca bu bölgede yemek yemeyi tercih ettik. Gittiğimiz restoranları herhangi bir rehber kitaba bakarak tercih etmedik. Kalabalıklığına ve görünümüne bakarak seçtik. Pişmanda olmadık. Lezzet ve hizmet gayet iyiydi ki bu aslında bütün Gürcistan için genel bir kavram. Yemekten sonra ise yine yürüyerek bir etnoğrafya müzesi olan Museum of Tbilisi’ye ulaştık. Ortası avlulu ve çevresinde olan odaların eser sergilenmek için kullanıldığı bu müzede aynı zamanda aktif olarak resim, heykel vb. Sanatsal uğraşılarını yapan sanatçılarda vardı. Aynı zamanda Tiflis’te olan sanat aktivitelerinin ve konferansların nerde – ne zaman olduğunu öğrenmek için en iyi burası diye düşündüm çünkü burada bir afiş alanı yapılmış ve organizasyonlarda bu alana afişlerini asmışlardı. Bir etnoğrafya müzesi olan Tiflis Müzesi sergileme anlamında daha önce gittiğimiz müzelerle kıyaslanamayacak olmasına rağmen yaşayan bir yer olması ve aynı zamanda binanın güzelliği dolayısıyla mutlaka insanda iyi bir izlenim bırakıyor. Buradan ayrıldıktan sonra bu sefer Eski Tiflis ile Yeni Tiflis’i birbirinden ayıran Kura Nehri üzerindeki 150 metre uzunluğunda ve 2010 yılında açılmış olan ve gece gene çok güzel ışıklandırıldığı için her yerden fark edilen Mshividobis (Barış) Köprüsü üzerinden yürüyerek Kura’nın karşısına geçtik ve daha önce belirtmiş olduğum Metekhi Kilisesi’ni ziyaret ettik. Her kilise yakınında olduğu gibi burada da dilenci vardı ve açık söylemek gerekirse buradakiler oldukça azimliydi. Kilise çok büyük. İçeride çok fazla resim ve bezeme yok. Burasıda aktif bir kilise ve oldukça fazla geleni gideni var. Kilisenin önünde ise atın üzerinde yer alan Vakhtang Gorgasal heykeli var. 5.yy sonu 6.yy başında Sasani ve Bizans ile müzadeleleri ile kahraman kabul edilen ve Tiflis’i kuran Kurtbaşlı Vakhtang’ın heykeli bu nedenle herkesin görebileceği bir konuma yerleştirilmiş.

Tekrar karşıya geçmemiz gerekiyordu ama bu sefer köprüyü kullanmayacaktık. Çünkü Narikala Şelaleleri’nin bulunduğu tepe olan kısıma gayet güzel bir teleferik yapılmış. Bu teleferik ziyaret ettiğimiz Metekhi Kilisesi’ne çok yakın. Yürüyerek ulaştığımız teleferiğe binerek yaklaşık on dakika süren ve tüm Tiflis’i ve Kura Nehri’ni gören muhteşem manzarayı izleyerek tepeye ulaştık. Burası aslında Eski Tiflis’in yaslandığı yüksek yamaç. Daha önce ziyaret ettiğimiz camiinin yanından olan patika yol ile de çıkılabiliyor. Burada biraz yürüyüş yaptık. Yine Tiflis’in her tarafından görülen kocaman Gürcistan’ın Anası (Bir elinde kadeh ile şarap, diğer elinde kılıç tutar pozisyonda – dostuma dostluk için şarap, düşmanıma kılıç – bembeyaz bu heykele kadar yürüdük. Aynı zamanda tüm Tiflis’i gören bu tepede fotoğraf çekilmek için alanlar oluşturulmuş. Birkaç tane seyyar kahve satan esnafta vardı. Buradan Narikala Şelaleri’ne gidilebilir fakat biz Ulusal Parkı’da görmek istediğimizden dolayı zaman harcamak istemedik. Bu nedenle tekrar teleferik ile inerek uzak olduğunu bildiğimiz National Park’a gitmek için taksiye bindik. Bu park eski şehrin tam tersi yönde oluşturulmuş. Taksiyle yaklaşık 20 dakika yol giderek ulaştığımız ulusal park çok güzeldi. Bu parkın oluşturulmasındaki ana düşünce Gürcistan’ın farklı bölgelerinde olan geleneksel ev yapıları ve yaşamı tanıtabilmek.  Park girişi ücretli ama ücreti sonuna kadar hak ediyor. Çünkü burada ziyaret ettiğiniz her evde bir rehber var ve size özelliklerini anlatıyor. Bizim ilk ziyaret ettiğimiz ev kırsal kesimde daha fakir olanların kaldıkları evdi. Ahşaptan, çatılı ve tek odalı bir ev. Evin iç bölümüne girince hemen hemen üçte birini yerden 30 cm. Yüksekliğinde yapılmış ve üstüne halı kilim serilerek oluşturulmuş ahşaptan geniş bir seki kaplıyor. Burası hem yatmak hem oturmak için oluşturulmuş geleneksel bir bölüm. Bir köşe de ise mutfak var. Basit ve yetebilecek şekilde mutfak eşyaları durmakta ve hepsi orijinal. Ortada bir ocak ve. Ocağın üstünde ise hem aydınlatmayı hem dumanın çıkışını sağlayan bir pencere mevcut. Duman aynı zamanda ahşap duvarlarda bilinçli olarak bırakılmış açıklıklardan da çıkıyormuş. Bizim ülkemizde de bu evlerden yaylalarda oldukça fazla görebiliyoruz. Fakat Gürcistan’da olanlar yıllar boyu kullanıldığı için zaman içinde daha gelişmiş ve büyümüş. Diğer bir geleneksel ev ise daha büyük. Ortada ilk evde olduğu gibi bir avlu fakat yanlarda iki tane de yatak odası var.  Rehberin anlattığına göre bu odaların birisi gençler, diğeri ise yaşlıların kullanımı içinmiş. İlginç olanı bu tip evlerde önce altta geniş bir ocak ve üstüne dumanın çıkması için uzun bir baca yapılıp ardından avlu ve odalar yapılırmış. Yani tüm odalar ocağın etrafında oluşturulmuş ve ocaktan her odaya karşılık gelen yerlerine ateşlikler yapılmış. Böylece baca tek ve ortak olmasına rağmen her odada ocak oluşturulmuş. Büyük olan evlerin aynı zamanda kendi şarap saklama alanları var. Fakat bu alan ev içinde değil bahçede küpler toprağa gömülerek oluşturulmuş. Aynı zamanda ortak büyük şarap imalathaneleri depo alanları da olurmuş. Karadeniz’de gördüğümüz naylalar burada da bahçelerde var depo odaları olarak kullanılmış. Ayaklar üzerinde toprağa temas edilemeyecek şekilde yapılmış bu evler naylalar hem topraktan gelen nemi hem haşereyi önlermiş. Burada hoş zaman geçirdik. Taksiye bizi beklemesini söylemiştik çünkü ilk gittiğimizde orada taksi görememiştik. Taksicide bizi bu yüzden Kurbağa Gölü’ne (Kutsba) götürdü. Buz tutmuş olan bu göl çevresi kalabalıktı. İnsanlar spor yapıyorlar, göl kenarındaki kafelerde oturuyorlardı. Aynı zamanda küçük bir de plaj yapılmıştı. Sayfiye mekânı olarak Tiflisliler’in ilk tercihinin burası olduğunu anlamış olduk bizde. Çanakta olan göl, suyunu da çevresindeki dağlardan akan sularla dolduruyor. Tekrar taksiye binerek bir önceki gün Erivan’a giden tren için bilet aldığımız Sadguris Moedani’na gittik ve akşam 20:00 Erivan treniyle Tiflis’ten ayrıldık.

Cem Aktan Erdoğdu

Arkeolog Rehber