Fındık - Çotanak
Fındık sözcüğü, Antik Çağda Karadeniz’ in adı olan “Pont Exinus” tan türetilen “pontik” sözcüğünden meydana gelmiştir. Plinus da, Pontos kıyılarından getirildiği için, fındığa “Pontos cevizi” denildiğini kaydetmiştir. Fındık Akdeniz, Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine Doğu Karadeniz’ den adını da beraber getirerek yayılmıştır. Fındık kültürünün Türkler arasında yayılmasının üç devre içerisinde olduğu bildirilmektedir. Birinci devre, Türklerin Ortaasya’ da oldukları devredir, orada fındığa “kosık” ya da “kosuk” denilmektedir. İkinci devre, Batı Türklerinin fındık için “çetlevük” sözünü kullandıkları devredir. Üçüncü devrede ise, Anadolu Türkleri fındığı Arap etkisi ile “bunduk” ve bundan değiştirerek “fındık” şeklinde adlandırmışlardır.
Günümüzde fındığın anavatanı Türkiye desekte bunun her zaman böyle olmadığını biliyoruz. MÖ 3 binlerde özellikle Çin kaynaklarında, fındığın Çinde yetiştirildiği ifade edilir ve Tanrının insanlara ihsan eylediği beş kutsal meyveden birisi olduğu bildirilmektedir.
Antik Çağ’ın tarihçisi Heredotos, heredor tarihi olarak bilinen eserinde fındığın Karadeniz’in doğusunda yetiştirildiğini yazıyor.
Fındık ağacının Uygurlar tarafından bilindiği ve hatta kutsal ağaçlardan sayıldığı, eski Yunan ve Roma mutfağında sosların yapımında fındığın sıkça kullanıldığı, MS 200 yılı civarında yaşamış olan Athenaeus’ un Deipnosophist adlı eserinde “ballı ve kuruyemişli tatlı” tarifinde fındığın yer aldığı, Plinius (MS 23-79)’ un Tabiat Tarihi adlı eserinde fındıktan “Avellinea” ve “Pontus cevizi” olarak bahsettiği bildirilmektedir.
Fındığın uluslararası ticaret malı olarak satışını gösteren ilk yazılı belge 1403 yılını taşımaktadır. İspanya kralı III. Henri, 1403 yılında Timur’ a elçi gönderir, elçi Timur ile görüşür, Trabzon’ dan İstanbul’ a deniz yoluyla döner. Yolculuk izlenimlerini yazdığı Seyahatnamesinde şu cümle yazılıdır: 17 Eylül 1403′ te Trabzon’ dan; kaptan Nicolos Cojen yönetimindeki fındık yüklü bir gemiyle 25 günde İstanbul’ a gittik.
Fransa ile 1737 yılında, I. Mahmut (1730-1754) döneminde ticaret anlaşması yapılır. Bu antlaşmaya göre Fransa’ ya satılacak ürünler arasında fındık da vardır.
1900 yıllarında fındığın tek üreticisi ve dışsatımcısı Türkiye’ dir. İsviçreli Lui Ramber’ in 5 Mayıs 1902 tarihli gezi günlüğünde fındıkla ilgili şu cümleler yer almıştır: Sabah şafakla beraber Giresun’ a geldik… İşte bugün fındık diyarındayız… Yamaçlar üzerinde, küçük vadilerin kıvrımlarında, sözün kısası her tarafta düzenli biçimde dikilmiş fındıklar görülür.
1936 yılında Giresun’da Fındık istasyonu kurulmuştur ve burası 1965 te Fındık Araştırma Enstitüsüne dönüştürülmüştür.
1936 yılında Türkiye’de meyve veren fındık sayısı 178 milyon iken bu sayı 1978 de 230 milyon 2000 de 282 milyondur. Günümüzde ise bu sayı 400 milyona yakındır. Bu sayı yıllara göre baktığımızda her sene ortalama 10 milyon artmaktadır. Bu sayının sürekli artmasının nedeni ülkemizin fındık için çok müsait topraklara sahip olması. Ayrıca ülkemizin dünyada kabuklu fındık üretiminde hala birinci sırada, bu da insanları fındık dikmeye sevk ediyor.
Fındık, dünya üzerinde oldukça geniş bir yayılış alanına sahip olmasına rağmen ekonomik olarak yetiştiriciliğin yapıldığı ülke sayısı oldukça sınırlıdır. Fındığın ekonomik anlamda en çok üretiminin yapıldığı ülkelerin başında Türkiye yer almakta ve onu İtaya, İspanya ve Yunanistan izlemektedir. 2017 yılında 675 bin ton fındık üretimi yapılan ülkemizde bu sayı 2019 yılında 776 Bin . Yani 2 yılda 11 bin ton daha fazla fındık üretimi olmuş. Tabi bunların ülkemize çok büyük bir ihracat getirisi var. 2019 yılında bu sayı 2 milyar dolardan daha fazla.
Tabi fındık denildiğinde herkesin aklına Giresun geliyor fakat üretim bazında bakarsak o kadar da meşhur değil. Önceki sezon 217 bin ton çıkaran Ordu ilk sıradayken; arkasından Samsun, Sakarya ve Düzce geliyor. Giresun’un meşhur olmasının nedeni tane ağırlığı olarak en ağır fındığa sahip olmasından ve en yağlı fındığa sahip olmasından geliyor. Tarım ve Orman Bakanlığının açıklamasına göre Türkiye’de toplamda 18 çeşit fındık türü bulunmakta. Bütün fındıklar baz alındığında fındıkların ortalama tane ağırlığı 1.85 gr olarak belirlenmiştir. Giresun Karası 2.28 gr tane ağırlığı ile en ağır çeşit olurken, yağlı fındık ise 1.54 değeri ile en hafif çeşit olarak belirlenmiştir. Fındıktaki bu ağırlığı etkileyen faktörler genlerinin yanı sıra bakım, budama, gübreleme gibi kültürel tedbirler olduğu açıktır. Bu konulara daha sonra değineceğiz.
Fındığın en önemli içeriği tabi ki yağdır. Çeşitlerin ortalama yağ miktarı %63.6 olarak tespit edilmiştir. Burada da zirveyi %66.5 oranlık yağ oranıyla Giresun Karası almış durumdadır. En düşük yağ oranına sahip olan çeşit %61.7 ile Geç çeşididir.
En yüksek proteine %17 ile Sivri fındık sahipken, en yüksek selüloz içeriğine sahip olan da Tombul fındıktır. Yani her bir fındık çeşidinin görünüş açısından ayrı bir özelliği olduğu gibi içeriği de aynı şekilde apayrıdır.
Fındığın ekonomik önemi yanında beslenme yönünden içerdiği yağ ve protein onun önemli bir gıda maddesi olduğunu gösterir. Kan kolesterolünü düşürerek kalp damar hastalıklarına karşı önemli bir savaşçı olduğunu da biliyoruz.
Bu bilgilerin ardından gelelim fındığın topraktaki serüvenine..
Serüvenin en başında tabi ki fındığın dikileceği arazinin ve toprağın hazırlığı geliyor.
Fındık aslında çok şımarık bir meyve değildir. Hemen hemen her türlü toprakta yetişebilir ve büyüyebilir. Fakat vereceği fındığın miktarı ve kalitesi o zaman değişir. Eğer ki çok yıllık bitkilerin yetiştirildiği arazilerde yapılacaksa önce bitki köklerinin ve parçaların temizlenmesi gerekir. Ardından bu arazilerde toprağı ve fındık fidanlarını korumak amaçlı bazı çalışmalar yapmak gerekir. Yağmurların erezyona sebep olmaması için drenaj sistemi geliştirilmelidir. Ayrıca fındığın köklerinin toprağı çok iyi kavramadığını biliyoruz. Bu nedenden dolayı da bazı noktalara kökleri toprağa dikey uzayan ağaçlar dikilmesi gereklidir. Üreticiler bu açığı genellikle ceviz ağaçlarıyla kapatmaya çalışırlar.
Araziyi hazırladıktan sonra sıra geldi çeşit seçimine..
Çeşit seçiminde ürünün verimli ve kaliteli olmasına dikkat etmemiz gerekir. Daha önce belirttiğim içerikler baz alınmalıdır. Tabi bununlar birlikte pazardaki yerine de bakmalıyız. Bahçenin içerisinde karışık çeşitlerin olmamasına dikkat etmeliyiz. Çünkü ileride bu sorun olarak karşımıza çıkabilir. Özellikle fındığın işlenmesi esnasında bu karışıklık bize gereksiz güçlükler doğurur.
Çeşidi de seçtiğimize göre fidanlarımızı seçip dikmemiz gerekir.
Fındık, kök sürgünü oluşturan bir bitkidir. Kök sürgünü, fındık ağacının etrafında boyları 10 ila 20 cm’e kadar uzayabilen küçük filizlerdir. Ana ağaçla aynı genetik özelliğe sahiplerdir bu nedenle fındık dikiminde bu filizler kullanılır. Fındık ocaklarının etrafından bu sürgünler çekilerek açılan arazilere dikilir. Kimi yörelerde “piç” adıyla bilinir.
Dikilecek filizlerde daha koparmadan aranan özellikler vardır. Ocakların güneş gören, pişkin, hastalıksız ve 1-2 yaşında filizler olmasına dikkat edilir. Bu arada “ocak” dediğimiz şey şu : Bahçelerde 4-5 fındık ağacının olduğu noktaya “ocak” denir. Buradaki 4-5 fındık ağacı tabiri tabi ki olması gereken anlamındadır. Şahsen bir fındık üreticisi olarak şunu diyebilirim.
20,30 yıl önce dikilmiş fındıklar bu tarz bilgilerden yoksun olduğundan dolayı bir ocakta 15-20 fındık ağacı görebiliyoruz bu günlerde.
Bazı üreticiler hala “ne kadar çok ağaç o kadar çok fındık” düşüncesiyle üretime devam ediyor fakat gerçek öyle değil. Günden güne araştıran, öğrenen üretici bunun farkına varmış durumda tabi ki ve çoğu da gerekli seyreltmeleri hali hazırda yapmakta.
Tabi dikimler için en uygun zaman sonbahar aylarıdır. Kışı sert geçen bölgelerde dikime geç kalınırsa da dikim ilkbaharda da yapılabilir.
Fındık ağacının en önemli gerekliliklerinden biri de budamadır. Özellikle dikimde fidanlara şekil kazandırılması ile başlayan budama, fındığın her sezonu için geçerli bir durumdur. Budamayla beraber ağaç dallarının birbirine girmesi önlenir ve toprağa güneş vurması için gerekli önlem alınmış olur. Çünkü fındığın gölgelenmesi son derece verimliliği düşüren bir faktördür.
Budamanın yanı sıra gübrelemenin de önemi büyüktür. Fındık kökleri ile her yıl topraktan devamlı besin maddesi almaktadır. Zamanla toprakta besin maddelerinin tükenmesi ile gelişim bozuklukları ve üründe azalmalar meydana gelir. Toprakta noksan olan besin maddelerinin tekrar toprağa verilmesi işlemine gübreleme, bu amaçla kullanılan materyale de gübre denilmektedir. Gübrelemeden beklenilen faydanın sağlanması, toprakta hangi besin maddesinin noksan olduğunun ve noksanlık derecesinin belirlenmesi ile mümkündür.
Ziraat mühendislerinin toprağa analiz yapmasının sonrasında tavsiye edilen gübrelerin atılması önemlidir. Analiz yaptırmadan gübre verildiğinde birçok sakıncalar doğar.
Azot,fosfor,potasyum,kireç,ahır gübresi ve mikro elementler gibi birçok gübre çeşidi bulunmaktadır.
Fındığın hasadına gelmeden önce bahçenin temizlenmesi gerekir. Genellikle ilk olarak mayıs ayında bahçede uzayan otların temizliği yapılır. Bunun nedeni hasat dönemine kadar toprak güneş almaya devam etsin. Diğer temizlikte hasat vaktinin 10 gün öncesinde bitmelidir. Temizlik genellikle tırpan makinasıyla yapılır. Tıpanın ardından bahçedeki pisliklerin girinti (tırmık, gelberi ) adı verilen aletle temizliğinin yapılması yani tırpan ile kesilen otların temizlenmesidir.
Karadeniz fındık bölgesinde yetiştirilen çeşitlerin hasat zamanı yıllara göre değişmekle beraber sahil kolda 1-10 Ağustos, orta kolda 10-20 Ağustos ve yüksek kolda 20 Ağustostan sonradır.
Sakarya ve Düzce civarlarında ise hasat eylül başlarına kadar uzamaktadır. Bunun nedeni bu noktalarda fındığın yerden toplanmasıdır.
Fındığın en iyi hasat edilme şekli silkme suretiyle yerden toplanması olsa da, bölgede bu tür hasada imkan verecek bahçeler çok azdır. Bu hasat şeklinde fındıklar tam hasat olgunluğunda toplandığından randıman ve kalite iyi olduğu gibi dal ve dalcıklar iyi gelecek yılın mahsulünü oluşturacak olan tomurcuklar da zarar görmemiş olur.
Fındığın harmanlanması da bölgelerde farklı şekillerde yapılmaktadır. Karadeniz bölgesinde coğrafi olarak zor olan noktalarda sepetlere toplanan fındıklar yörelere göre harar, selek ve hey adı verilen 30-40 kg.lık sepetler ile veya çuvallara doldurmak suretiyle sırtta ve ulaşım araçları ile harman yerlerine taşınırlar. Bölgede harman yerleri, genellikle düz hafif meyilli çayırlık ve sert toprak olan yerlerdir. Harman yerlerinin hafif bir meyil verilerek betondan yapılması bölgenin iklim şartları da dikkate alınırsa en uygun olanıdır.
Sakarya, Düzce gibi daha çok düz bahçelerin olduğu noktalarda fındıklar römorklara doldurulur. Genellikle 20 kişilik bir işçi grubu günde 2 römork (kasa) fındık toplar. Kasa doldukça harman yerine götürülen fındıklar buraya serilerek kuruyana kadar bekler.
Belli bir miktar kuruyan bu fındıklar patoz denilen fındık ayıklama makinesine verilmek suretiyle dış kabuklarından ayırırlar. Ayıklanan bu fındıklar toprak harmanlarda bez, beton harmanlarda ise bez kullanmadan ince bir şekilde serilir ve kurumaya devam eder. Her gün 3-4 saat aralıkla karıştırıldığında 2 gün güneş gören fındık makul seviyede kurur.
Fındık kuruduktan sonra jüt (hasır) çuvallara doldurulur ve depolanma işlemi başlar.
Genellikle üreticiler nakit ihtiyacından dolayı fındıklarını hemen satarlar. Bu satış ya bölgedeki kooperatiflere ya da tüccarlara olur. Satış sonrasında fındığını bekleten üretici sayısı da bir o kadar fazladır. Bunun nedeni de aslında şu : Her sene hasat döneminde fındığın kilo başı satış fiyatı açıklanır ve bu fiyat aydan aya yükselir. Yani piyasadaki fındık stoğu düşünce fiyatı da artar. Bu nedenle üreticilerde olabildiğince fındığını elinde tutmaya çalışır. 2020 fındık fiyatı her ilde farklı şekilde değişirken ortalama bu fiyat 22 lira civarında belirlenmişti. Tabi bununlar birlikte fındık işçisinin yevmiyesi de her sene değişiyor. 2020 yılında fındık işçisi yevmiyesi 100 lira olarak belirlendi. Fındıkların taşınması gibi işlerde çalışacak çuvalcılarında yevmiyesi 105 lira olarak belirlendi fakat çoğu noktada çuvalcılara ödenen miktar çift yevmiyedir.
Evet tabi bir üretici olarak sıkça duyduğum şeylerden biride “Aganigi Naganigi” meselesi. Aslında bende bunu ilk duyduğumda çok araştırdım fakat fazla bir bilgi bulamadım. Bununla ilgili paylaşacaklarım Sefa Koyuncu’ nun araştırmasından olacaktır.
TDK’nın Türkçe sözlüğünde böyle bir kelime (veya deyim) yok. Devellioğlu’nun devasa lügatinde (böyle bir terkip) yok. Elimizin altında bulunan diğer sözlük ve ansiklopedilerde de yok. Osmanlıca-Türkçe (ikisi de aynı anlama geliyor) lügatlerde “Aganigi maganigi veya Aganigi naganigi” şeklinde bir terkibe raslanmıyor. Ancak bu terkibi oluşturan kelimelerin aslına müstenid kelimeler ve anlamları var. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat’inde Agani (Egani, “ga” uzun okunur) şarkılar, nağmeler, havalar, ahenkler, Nagam (Nağmenin çoğulu) ahenkler, ezgiler, güzel sesler, Abdullah Yeğin’in lügatinde Nağme (Çoğulu Nagamat) ahenk, güzel ses, avaz, ezgi, teganni ve Gına kelimesi de şarkı söylemek, teganni etmek anlamları ile açıklanıyor. Meşhur Türkçe sözlük, lügat ve ansiklopedilerde yer almadığına göre, bunların dışında bir kaynağı olmalı ama neresi. Yöre ağızları mı, şiveler mi, lehçeler mi, yoksa argo mu? Evet evet argo olabilir. Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nü açıyoruz (Tabii önce kütüphane kütüphane dolaşıp sözlüğü bulduktan ve bir kelime merakı yüzünden parasını ödeyip satın aldıktan sonra) bu iki kelimeyi yanyana getirenlerin argoda ne anlama kullandıklarını nihayet öğreniyoruz “Aganigi maganigi” argo narası ile “agani” ve “nagam” kelimeleri tahrif edilmiş “para-mara” gibi, kuşdili tabir edilen anlamsız ses tekrarları sıralanmış “igi” gibi , “abidik-gubudik” bir ses ilave edilmiş (uydurulmuş) yani tahrifat ve tahribat yapılmıştır.
Recep Oğuzhan ALBAYRAK / Pff. Türkçe, İngilizce Turist Rehberi